27.4.20

Ayrıl da gel Ayşe*

İddia ediyorum, 'Hürriyet başta olmak üzere, yandaş ve yandaş olmayan bütün gazetelere click bait'te nal toplatırım. Gel gör ki ahlâk bilincim izin vermiyor.
...
Pazartesi günü arka arkaya 3 toplantı, domates fidesi (tohum için geç kaldık) ve toprak alımı, cinnamon roll  (nedir bunun adı, tarçınlı rulo mu? Tarçınlı çörek daha uygun gibi), fasulye diblesi, 15 km'lik bisiklet sürüşü gibi güzelliklerle dolu geçti. En kötü günümüz böyle olsun.

Fakat asıl olay dündü. Önüme düşen bir mesajda bir markete yeşil erik geldiğini duymamla anahtarları kapıp kapıyı çarpıp çıkmam bir oldu diyebilirim. Şimdiye kadar hiç böyle rüzgârla yarışmamıştım, ama bu sefer yeşil erik yemek benim için neredeyse bir ölüm kalım meselesi oldu. Burada yeşil erik, elma, armut gibi çokça satılan bir meyve değil. Zaten adında sour (ekşi) olan hiçbir meyve yaygın değil: Yeşil erik - sour plum, vişne - sour cherry. Sadece ''international'' marketlerde bulunuyor. Bunun için şöyle bir senaryo yazdm: Çiftliklerden bir ya da ikisinde bir iki tane erik ağacı var. O sene meyve verirlerse toplayıp getiriyorlar. Kulaktan kulağa yayılan haber neticesinde, bölgedeki ilgili sakinler tarafından 2 ilâ 6 saat içinde tozu atılıyor. (Açızz ağç!)

-Mutluluk parayla satın alınabilir mi?    -Evet.

Aslında düşündüm de aynı şey çağla için de geçerli. İyi kalpli Türk kadınları ''bilmemne markete çağla gelmiş,'' diye haber veriyorlar. O mesajı Allah muhafaza 3 saat geç gördüyseniz, boşuna davranmayın. Zaten bir kutucuk var. Gidersiniz, son düzlükte kendinizi 4 tane çağlaya bakarken bulursunuz.

Aaa fasulye! Ayşe Kadın, şu yassı olan. Bak, o da var.  Memleketimin kadınları sağolsunlar, satıldığı marketin Google Map'teki konumuna kadar paylaşıyorlar. Mesajı vaktinde gören kesin son viraj dönüldüğünde iki boy farkla öndedir.

Hiç aramadım ama, satışa çıkıyorsa, vişneyi de Rusların talan ettiğini zannediyorum. Hoş onlar bahçelerine dikmişlerdir, marketle falan uğraşmazlar. Onlar direk beyaz bayrak ayna.


Başlıktaki (*) için buraya tıklayınız.




25.4.20

Can you hear me Major Tom?

Sabah 8'de yoklama alan öğretmene kızmakla beraber, haftasonlarını tekrar tatil olarak görmeme imkân verdiği için müteşekkirim. Sayesinde uzay boşluğunda gibi hissetmekten kurtuldum.
Yani benim hissiyatım bu şekilde. Bahar geldi, çiçekler, kelebekler... Hava güzel. Zaten burada kış yok, soğuk yok. Ailemden, arkadaşlarımdan hasta olan yok, çok şükür. İşim var, şimdilik gelir gelecek korkum yok. Gayet imtiyazlı bir durumdayım. Yani güzel bir manzara içinde uzayda süzülüyorum. Her yer karanlık ama yıldızlar parlıyor. Heyecanlı ama yalnız bir mâcera. Ama o 8:00 yoklaması var ya, işte o beni bir şekilde dünyaya hayata bağlıyor:

''Ground Control to Major Tom
Ground Control to Major Tom
Take your protein pills and put your helmet on''

Güne başlıyorum. Her gün birbirinin aynı ama değil.

''And I'm floating in a most peculiar way
And the stars look very different today''

Haberleri okuyorum. Maske, solunum cihazı, oranlar, rakamlar, tahminler, öngörüler; açalım mı, açmayalım mı, ne kadar açalım, ne zaman açalım...

Yemek, koyu yeşil sebzeler, meyveler; bakkal alışverişine ne zaman gidilecek...

Ödevler, toplantılar, işler; yapıldı mı, yetişecek mi...

Sonra hafta sonu geliyor. Tatil.

''Planet Earth is blue
And there's nothing I can do''

23.4.20

Saat farkı ile...


Dün gece 2'ye kadar çalışınca bu sabahı tanımlayan kelime sersemlik oldu. Bir iş halletmek için mecburen dışarı çıkınca Costco alışverişini de yapıp döndüm. Daha önceki alışverişte arada 2 metre mesafe bırakarak sıra olup caddeye taşmıştık, bu sefer sıra yoktu, pat diye girdim. Üstüne pakette aldığım eriklerin hepsi sert çıkmasın mı? Değmeyin keyfime. Koskoca Costco'da un kalmamış olması (tuvalet kâğıdı vardı ama) bile o keyfi bozamadı. Oh.

Bugün öğrendiğimize göre buradaki ilk vaka aslında 6 Şubat'ta bir ölüm ile sonuçlanmış. Biz Washingon'dakini biliyorduk. Yani Ocak ayında virüs çoktan bu tarafa da gelmiş.

Bir arkadaş bizim şehrin belediye başkanı ile Facebook'tan yazışmış. Adam elimde fazla maske var isteyen varsa vereyim demiş. Aferin adama. Neredeyse bir Mansur Yavaş!

Bugün böyle geçti ama gündemin en önemli maddesi Corona virüsü değil benim için.

Ben bu yazıyı 22 Nisan biterken yazıyorum, bir iki dakika da bekledim ki tarih değişsin. Türkiye'de şimdi 23 Nisan.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun!

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun100. yılı kutlu olsun!




21.4.20

40







Bugün evde oturuşumuzun 40ıncı günü. Törenlerle kutladık. Çünkü bir de doğum günü vardı (benim değil). Güzel bir kahvaltı, eş dost ve akrabaların 2D de olsa sıcacık kutlamaları, hatta uzaktaki bir arkadaştan mektup, hediye, ev yapımı pasta, yazı, çizi ile geçen çok güzel bir gündü.

23 Nisan'ı büyük bir hevesle bekliyorum. Yaşadığımız yerdeki bir Türk derneği internet üzerinde kutlama yapacakmış. Bayrak törenlerinde ciğeri sökülürcesine İstiklâl Marşı'nı okuyan, çocukken ezberlediği şarkıları hâlâ şevkle söyleyen biri olarak bayramımızı kutlamak için sabırsızlanıyorum.

17.4.20

Salıver gitsin

Benim bu meydan okuma işini beceremediğim âşikâr. Düşe kalka ilerliyorum. Yazmak işimin de bir parçası. Bu Korona meydan okumasını ile bloga tekrar yazmamın da bununla ilgisi var. Fakat zor bir zaman seçmişim. Günlük rutin tutturmak kolay, ama verimli bir rutin... o işte zor. Her gün yapmam gereken bazı işleri her gün yapsaydım, her gün yapmam gereken işler azalmış, hatta bitmiş olurdu. Neyse, olduğu kadarıyla idare ediciiz.

Bugün evde kalışımızın 35. günü. Havalar güzelleşti. Evde kalışımız uzadıkça ve havalar güzelleştikçe insanlar kaşınmaya başladı. Ülkenin başında olan vatandaş ''hadi bakalım artık yavaş yavaş açıyoruuzzz'' dese de 65 yaş üstü, kabarık saçlı, Amerikan bayraklı gömlek giyen amcalar ile yine 65 yaş üstü, kabarık saçlı, Amerikan bayraklı bluz giyen ve tırnakları kırmızı ojeli teyzeler dışında inanan yoktur herhalde. Var mıdır?

Vardır.

Evvelki gün Michigan'da bir grup evde kalmaya karşı protesto düzenledi.



Protestonun adı Operation Gridlock yani Tıkanma Operasyonu. Niçin? Çünkü eyalet valisininin (Demokratik partili) evde kal kararının bir güç gösterisi olduğunu iddia eden binlerce insan arabalarına binip sokakları doldurmuş ve trafiği tıkamışlar!

Amerika'da milletin protesto yürüyüşü yapmalarını beklemiyordunuz herhalde? Kimse yürümüyor burada. Hele Cumhuriyetçi partililer, hayatta yürümez.

Şimdi pandemi, halk sağlığı gibi elzem konulardan bağımsız olarak şunu söyleyeyim: Elbette insanların beğenmedikleri kararları protesto etmeye hakları var. Protestoya katılanları, aptal bunlar deyip, bir kalemde silip atamayız. Michigan, eyaletler arasında en yüksek vaka sayısına sahip üçüncü eyalet. İki tanesi Detroit'te olmak üzere 4 büyük otomobil fabrikası Michigan'da bulunuyor ve hepsi kapandı. Vali mevcut evde kalma kararını uzatıp daha da sıkılaştırdı. Şehirler arası seyahati yasakladı. Eyaletin dörtte birinden fazlası işsizlik maaşına başvurmuş. Yani bu insanlar hakikaten zor durumda, bu yüzden de başka bir şey düşünemiyorlar.

Tamam, protesto etsinler, ama bu kadarla kalmamışlar ki. İçlerinden 200 kadarı arabalarından inmişler, sosyal mesafe kuralını hiçe sayarak eyalet meclisi binasının önünde toplanmış. Arabalarda konfederasyon bayrağı açmışlar. Bir yerde pankartta svastika da gördüm. Bunlar işin korkutucu kısmı.

Şu üstteki instagram videosunda bir kadın beyazlarını göstererek saçımı boyatamadım diye dert yanıyor. Bir baba oğluna kamerayı gösterip "okul gezinin nasıl iptal olduğunu anlat," diyor. Bunlar da gülünecek kısmı.

Unutmazsam iki hafta sonra Michigan'ın vaka sayısına bakayım. Bu da ağlanacak kısım olacak.

Trump da protestocuları destekliyor tabii (tabii!)



Yani internet Türkçesiyle ''Michigan'ı bi salıverin'' diyor. Şıracının şahidi bozacı.

Ben ise haftalık taze sebze meyve alışverişinin arasını 13 güne çıkardım. Buna rağmen gururla ifade edeyim, her gün bir öğünde koyu yeşil sebze yiyoruz:) 35 gündür dışardan yemek sipariş etmediğimizi de düşünürsek, salıvermenin bana göre olmadığı âşikâr.



12.4.20

Şizofreni

Bugün evde kalışımızın 31inci günü. Bir ayı tamamladık. Burada ''shelter-in-place'' aslında 19 Mart'ta  ilân olundu, ama biz 13 Mart'tan başlayarak dışarı çıkışımızı sınırlamıştık.

Haftaya Spring Break olduğu için okul yok (haha). Yani kapalı değil, gerçekten tatil. Normalde böyle tatillerde buralar boşalır, etraftaki oteller dolar. Bu sefer herkes dizini kırıp evinde oturacak.

Dün sokağa Türkiye'de 31 ilde çıkma yasağı ilân edildiğinde burada daha öğle idi. Bütün öğleden sonra önüme kalabalık, kornalar, kuyruklar, kavgalarla dolu videolar düştü. Adını daha önce duymadığım abur cubur markalarını öğrendim. Şaka bir yana, panikle ama düşüncesizce dışarı çıkanlara sağlıklarını tehlikeye attıkları için kızdım, ama onları bu hâle düşürenlere daha çok kızdım. Panikle hareket edenlere neden paniğe kapıldın denmez ki! Gözü kararmamış olsa zaten sağduyu ile hareket eder. Herkesin aklına gelen sorular benim de aklımdan geçti: Neden yasak başlamadan 3 saat evvel yangından mal kaçırır gibi ilân ediyorsun? Neden yasak 2 hafta değil de iki gün? Neden belediye başkanlarına haber vermiyorsun? Millet neden korkuyla dışarı koşup alelacele ne bulduysa aldı? Bu soruların bazılarının cevabı malum.

...

Yeni eğlencemiz takımlara ayrılıp sessiz sinema oynamak, ama çizerek anlatılanı. Accayip zevkli! Kıran kırana mücadele oluyor. 3 ve 2 numaralar çok becerikli, 1 ve 4 numara berbat.
"Rengin şekli yok! Çizerek anlatamazsın! Bir çizgi çizmen yeter!"
"Çöp adamlar illâ erkek olacak diye bir şey yok!"
"Tavşanı anladık devam et!"




10.4.20

Yine ve yeniden tuvalet kâğıdı



Hayaller

Bahçe düzenlemesi son hız devam ediyor. Dün, yaya yollarınının kalan yarısını kırmışlardı. Bugün beton atıyorlar. 3-4 gündür işçiler maske takıyor. Ben ustabaşıyla ahbaplık kurdum, ''n'aber, nassın''la başlayıp iş ne zaman bitecek, burası taş mı olacak, yağmur yağar mı ile devam eden sohbetlerin birinde ucundan tutturup size neden maske vermiyorlar diye sordum. Ertesi gün hepsinde maske vardı (ama sadece 3 tanesi ağzına geçirmişti, diğerlerininki çene altında duruyordu).

Tabii kolayca kendime pay çıkarabilir, ben sordum diye oldu diyebilirim, ama aynı gün Center for Disease Control (CDC) de sitesinde kumaş maske takılmasını tavsiye ettiğini yazdı. Dolayısıyla sebep ben de olabilirim, federal hükümetin hastalıkla mücadele merkezi de olabilir. Artık seçmek size kalmış.

Gerçekler

Bugün değerli zamanımın bir kısmını Kürşat Başar'la Zeynep Talu'nun ne zaman ayrıldığı sorusuna ayırdım. Tespit edebildiğim kadarıyla Kasım 2017'de ayrılmışlar. K. Başar, Z. Talu ile beraberken iki albüm çıkardı, iki de kitap yazdı. Albümün birinde şarkı söyleyen Z. Talu ayrılıktan sonra sahneye çıkmaya başlamıştı, ama kendisi bu işin (yani temsilcilik, tanıtım, menejerlik) uzmanı olduğu için üzüntüden sahneye çıktı diyemeyiz. Öyle şeyler 70'lerde, 80'lerde oluyordu. K. Başar da ayrılmadan hemen önce yemek sohbetleri düzenlemeye başlamıştı. Galiba televizyonda yaptığı yemekli sohbet programının benzeri, ama katılanlar normal insanlar (yani sanatçı, yazar değil ama elbette kalburüstü tabaka). Bu iki proje ayrılık getirmiş gibi görünüyor. (Böyle de magazin yazısı yazarım!)

...

Evimizdeki taze şef yeni tarifler denemek için kıpırdanıp duruyordu. İyi hoş, yapsın tabii ama iki açıdan mahzurlu. Birincisi çok güzel oluyor, dayanamayıp ikinci, üçüncü porsiyonu yiyoruz. İkincisi bakkal alışverişinin arasını mümkün olduğu kadar açmaya çalışıyorum. Yumurtayı bir paketle sınırladıkları için 4 yumurtalı tariflerden uzak durmamız lazım. Meselâ tuvalet kâğıdı da bir paketle sınırlı, ama pakette 30 tane var. Konudan konuya atlamak gibi olmasın (oldu), bir soru kafamı kurcalıyor.  Gayet münasebetsiz bir yere bağlayacağım ama ne yapayım, yumurta ile tuvalet kâğıdı arasında organik bir ilişki var.

Biliyorsunuz Amerika ve Kanada'da toptan satış yapan, Türkiye'deki Metro benzeri bir işletme var: Costco. Costco her şeyi çok çok satıyor. Tuvalet kâğıdı 30'luk pakette, gazlı içecekler 36'lık pakette falan. İlk panikte Costco'da bazı raflar (tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu, çamaşır suyu...) boşaldı, bu anlaşılabilir. Costco'nun tedarik zinciri bu çapta bir paniğe hazırlıklı değilmiş. (Bundan iyi örnek olay incelemesi çıkar.) Diğer marketlerde de aynı durum yaşandı, ülke çapında raflarda tuvalet kâğıdı kalmadı.

Bu durum 3 hafta sürdü! Değişik Costco'larda çalışanlara sordum, başka soranlara verdikleri cevapları dinledim. Hatta yerel televizyona çıkan süpermarket temsilcileri de bu çok mühim konu hakkında seyircileri bilgilendirdi. Anladığım kadarıyla tuvalet kâğıdı üretiminde ve nakliyesinde bir problem yok. Fakat mal gelir gelmez iki saat içinde kapışılıyor.

Peki neden? Adı üstünde: ''Tuvalet'' kâğıdı. Benim bildiğimden farklı bir kullanım yeri mi var? You've Got Mail'deki tatlı kitapçı Kathleen Kelly hapşıran çocuğa işlemeli mendilini verirken, kendisi grip olunca başucuna ruloları dizmişti, ama o filmlerde olur.

Sonuçta insanın biyolojik olarak kapasitesi belli. Paniğe kapılıp kullanacağından fazlasını almayı da anlıyorum. Ama 3 hafta boyunca gelen her paketi kapmak... İşte o biraz garip. İnsanın kafasında soru işareti uyandırıyor.

9.4.20

Yürümek yasaktır!


Bugünkü yürüyüşten. Bir anlam veremedim. Acaba gaipten bir işaret mi?

Okul müdürünün Zoom toplantısına katıldım. Bir sürü endişeli veli de katılmıştı; ne sorular geldi aman aman! Duyduğumda şaşırmadığım bir şey ise öğrencilerin, öğretmenlerin açtığı 'office hour'larda birbirlerinin görüntüsünü kaydedip sonra bunları sosyal medyada kullanarak akran zorbalığı yaptığı idi.

Bizim dahil olduğumuz bölge de online okul işine hazırlıksız yakalandı. Şu anda öğrencilerin sene sonunda karne almayacakları kesinleşti. Fakat bir üst sınıfa neye dayanarak geçeceklerini müdür de bilmiyor. Evdeki çocukların anne babalarından yardım almadan imtihan sorularını cevaplayacaklarına güvenemiyorlar. (Daha doğrusu ebeveynlerin çocuğun yerine soruları cevaplayacaklarını düşünüyorlar, ama kimse bunu açıkça söylemiyor tabii.) Bu yüzden test yok. Hoş burada sınıf geçmenin Türkiye'dekinden bir farkı yok ya, o da ayrı.

Öğretim düzeni de 1 aydır sallapati yürüyor zaten. Önce durumun geçici olduğunu düşünerek derme çatma metodlarla idare etmeye çalıştılar. Fakat sene sonuna kadar okulların kapalı olacağı ilân edilince ve okul idarecilerden birinin ağzından kaçırdığı gibi bu işin seneye de tekrar etmesi kuvvetle muhtemel olduğu için, eğitimi daha düzgün bir hâle getirmeleri şart oldu. Öyle haftalık ödevlerle olmayacak bu iş. Online derslere (eşzamanlı veya aynı zamanda olmayan, farketmez) pek de yabancı değiliz, onun için bizim uyum sağlamamız zor olmaz. Ama bundan başka pek çok çözülmesi gereken problem var. Kalabalık bir ailesi olduğu için sessiz çalışma ortamı bulunmayanlar, evinde yeterince bilgisayar tableti olmayanlar var. Hatta ülkenin teknolojik imkânları en gelişmiş yerinde yaşıyor olmamıza rağmen, altyapıdan kaynaklanan internet kapasitesinin yetmemesi durumu söz konusu. Her evde, hem anne, hem baba, hem çocuklar aynı anda görüntülü bağlandıklarında bir yerde bir şeyler patlar.

Amerikalılarda gözlemlediğim bir davranış burada da kendini gösterdi. Her şeye bir isim bulma. Burada da hemen süreci böldüler: Okulların kapatılması kararından itibaren ilk hafta birinci etap olmuş. İkinci etap 3 hafta sürmüş -şu anda son iki günündeyiz. Tabii bütün bunlar sonradan belirlenmiş dönemler. Yani birinci etaptayken birinci etapta olduğumuzun farkında değildik. İkinci etabın sonunda üçüncü bir etap olduğunu hep beraber öğrendik. 10 gün sonra üçüncü etaba gireceğimizi, bu yüzden önümüzdeki 10 günü yeni bir plan yaparak geçireceklerini söylediler. Hesapta hata yok, günleri, haftaları karıştırmadım. Gelecek hafta bahar tatili/Spring Break. Ondan sonraki ilk hafta da her şey yerli yerine oturmazmış, biraz sabırlı olun dediler. Bugün itibariyle yaz tatiline 8 hafta var. Acaba bir etap daha yaratırlar mı? Bekleyelim, görelim.

Biz meselâ böyle bir problemle kaşılaştığımızda göç yolda düzülür der, paldır küldür işe başlarız. İlk deneyenler hep kobay olur, sonra düşe kalka ilerleme sağlanır. Şimdi bunu okuyanın aklına milli eğitimin son 5-10 yılı gelecektir ama sadece ondan bahsetmiyorum, bu daha genel bir gözlem. Üstelik eğitim sisteminde gördüğümüz deliliğin zaten bir açıklaması yok. Orada önce durup dururken bir problem yaratıp sonra onu çözememek, geriye de dönülemediği için bambaşka bir problem yaratmak, sonra onu... ayh!

Gelelim yasaklara...

Simiole'den duyduğuma göre Paris'te 10:00-19:00 arasında yürümek ve koşmak gibi faaliyetler yasaklanmış. İngiltere'de de parkları kapattılar. Bu işi biraz abartıyorlar, öyle değil mi? Güneşin ve açık havanın hem fiziksel, hem psikolojik iyileştirici etkisini göz ardı etmek ve sadece hatalı insan davranışlarına odaklı bir düzen getirmek ters tepecektir.

Elimizde 7 milyar insan var, bunların %60'ı virüse yakalanacak. Sadece Avrupa ve Amerika'nın nüfusu 1 milyarı aşıyor. 1 milyar insanın kimseyle hiç bir şekilde temasa geçmeden bir ay boyunda evde kalacağını nasıl düşünebiliyorlar? Gaz ve toz bulutundan bu yana dünyanın gelmiş geçmiş en uyumlu sakinleri de olsak, muhakkak aramızda kuralları takmayanlar olacaktır. Böyle gaddar yasaklar koyarak kurallara uyan, parklarda yollarda birbirine mesafeli duran insanları da kurallara uymamaya zorluyorlar. İyi niyetle, isteyerek, zayıf bünyelileri, yaşlıları, sağlık görevlilerini, başka hastalıklara sahip olan ve hastanedeki o yatağa ihtiyacı olacakları düşünerek hemen her şeyden vazgeçip evde kalanları yürümekten bile men etmek nedir? Hangi kelime ile tarif edilir?

Biz tabii yine de evde kalalım.

7.4.20

Son eğri bükücü



Bugün bir iş için hastaneye gittim. Girişte maskeli bir karşılama komitesi vardı. Kimliğimi ve randevumu kontrol ettiler, sonra bana bir maske ve kesekâğıdı verdiler. Maske tamam, ama kesekâğıdının ne işe yarayacağını anlamadım. Maskeyi hiç çıkarmayacağımıza göre kesekâğıdına ne koyacağız? Hastanelere ziyaretçi ve refakatçi kabul edilmiyormuş. Virüsün sebep olduğu belirtileri gösterenlerin de binaya girmelerine izin yok.

Yolda giderken radyoda eyalet valisinin basın toplantısını dinledim. Meşhur eğrinin birazcık büküldüğünü söyledi. Galiba sıkı tedbirler bir nebze işe yaramış. Avarel tipi eğriden, biraz daha yayvan bir çan eğrisine doğru bir geçiş var. Şimdilik yeteri kadar test olmadığı için sadece hasta olduğu belli olanlara yapıldığını, amacın herkese test yapabilmek ve bu şekilde yayılmayı kontrol altına almak olduğunu söylendi. Öyle bir iki hafta sonra hayatın normale falan dönmeyeceğini de üstüne bastırarak ilâve etti. Amerika'da ''shelter-in-place''i (evdekal) ilk uygulayan eyalet burası idi. Bunun etkisini şimdi grafikte eğrinin minicik bir bükülme olarak görüyoruz. Virüsün karton üzerinde kaç saat kaldığı tartışmalarına, bir de bu eklenecek.
-Sizin orda büküldü mü?
-Yok daha, bekliyoruz.
-Bizimkinde az bir bükülme var.
-E hadi hayırlısı...

20 Şubat'ta bu ikazlar artık her yerdeydi.

İşim dolayısıyla bağlantıda olduğum birisine COVID-19 teşhisi konduğunu öğrendim. Belirtileri nispeten hafifmiş, umarım öyle de atlatır. Günde beş eposta yollayan adamdan bahsetmiştim ya, işte bu konu dolayısıyla onunla telefonlaştık. Normalde adamı yılda iki kere görüyorum.

SARS-CoV-2 sen nelere kadirsin?




6.4.20

Yeşil, pembe


Sabah bulutlarla yüklü yağmurlu bir havaya uyandık. Öğlen 4'e kadar kesintisiz yağmur yağdı. Şimdi hatırladım da dedemin tuttuğu günlükler de böyle hava durumu ile başlardı. Bazı günler çok şey olurmuş, hepsini kısa kısa kaydetmiş. Bazı günler ise sadece hava durumunu yazıp bırakmış. O günlerde havanın bulutlu olmasından başka kayda değer bir şey yok muydu ki? Ha, bazen güzel bir yemek yerse onu da ekliyormuş günlüğüne.


Bugün maske dikme günüydü. Interneti hallaç pamuğu gibi atıp, YouTube videolarını seyrede seyrede becerebileceğim kolaylıkta bir tarif buldum, ona göre bir deneme yaptım. Olunca bir tane daha. Yarın artık tıkır tıkır dikerim. (Yok ya, nerdee?) Dikerken başka şey düşünmemek çok iyi geldi.

Yemeği de haminneler gibi sabahtan yaptığım için şimdi bütün gün sağda solda harcadığım zamana bakıp, kalan işler için gece kaça kadar oturmam gerektiğini rahat rahat hesaplayabilirim. Bkz. Pineklemek, kısır döngü.


Onu yapana kadar kendimizi dışarı attık, kısa bir yürüyüş yaptık. Yeşil bir papağan gördük. Yeşil murattır, küresel muradımıza erelim. Fakat papağan bizi görünce cakcaklayarak kaçtı, yoksa bu da bir işaret miydi?

Pembe gönlüm sende.


5.4.20

Kraliçe'nin elbisesi, beyaz çiçekler


Yine bir gün atlamışım. Günler birbirine karışıyor.

İngiltere Kraliçesinin mesajını dinlemek için bilgisayarımı açtım. Ne garip, İngiltere halkına verilen bu konuşmayı bütün dünya dinleyecek, Kraliçenin sözleri tıpkı virüs gibi sınırları aşacak.
...

Kraliçe'nin mesajını dinledim. Tam beş dakika sürdü, ne eksik, ne fazla. Yeşil bir elbise giymişti, yakasında da yine turkuaz yeşili bir broş vardı. Bunların hep bir anlamı olur, baktım, yeşil elbise sağlıkçılara destek içinmiş. Broş da anneannesinden kalmış, acaba bir hâtırası mı var?

Uyandığımdan beri dışarda şakır şakır yağmur yağıyordu. Tabiatıyla çayın tadı da güzelleşti. Tıp tıpların müziği eşliğinde (küçük, muttarid, muhteriz darbeler, kafeslerde camlarda pür ihtizaz) çayımı yudumluyorum. Doğum günü vesilesiyle bir arkadaşımı aradım, 52 dakika konuştuk. her zamanki ekmekten yaptım. Ekşimaya falan değil, bildiğin beyaz undan, yüzde yüz glutenli.

Bir saat sonra yürüyüşe çıkacağımızı ev halkına ilân ettik. Biraz ültimatom gibi oldu ama başka türlü mızıkçılıkla baş edilmiyor. Dışarı çıkma işinin gittikçe abartıldığı bir noktaya yöneldiğimizi düşünüyorum. Uzun süreceği belli olan evde kalma kampanyasında amaç insanları eve tıkmak gibi görünürse, bir süre sonra kimse kuralları dinlemez.

1 saate yakın yürüdük. Yağmurda bizim gibi dışarı çıkmış tek bir aile ile karşılaştık. İki de tek başına yürüyen vardı. Bir de solucanlar. Yağmurla beraber topraktan milyonlarca solucan çıktı, kaldırımları sardılar.









2.4.20

Bobcat, misket, sıla

E ben dün yazmamışım? Neyse bugün dünden güzel olsun!

Dün işçiler bahçe düzenlemesi için geldiler, çalışmaya devam ettiler. Bugün yine buradalar. Dün biraz muhabbet ettik, ama daha muhabbeti koyultamadık, neden geldiniz diye soramadım. Ne diyecekler ki, çalışmazlarsa para yok. Burada işsizlik maaşı için haftalık başvurular ülke çapında ortalama %1000 artmış. Bizim tarafta bu oran %225, doğudaki bazı eyaletlerde artış oranı %2500, hatta New Hampshire'da %3200 artış var. Onun için ''insanlar evde kaldılar, farkındalıkları arttı, dünyaya iyi davrandılar, tuvalet kâğıdını az kullandılar'' gibi New Age tarzı dijital posterleri görünce üzülüyorum. Keşke olsa. Bugün 10 günden sonra yiyecek alışverişine gittim. Tuvalet kâğıdı rafları hâlâ boştu. İşçiler hâlâ çalışıyorlar.

Bugün bobcati kullandılar (işte bu). Hayvan olanı (yani vaşak) kadar güzel. 3-4 yaşındaki oğlanların inşaat makinelerini seyrettiği gibi seyrettim. Bıdı bıdı bir şey, ama dünyayı kazıyor, taşıyor. Onu kullanan arkadaş kepçeyi indir, kaldır, uğraşırken yine iki tanesi ellerinde kürek, durup seyrettiler. Yok, tembellikten değil bence, gerçekten seyretmesi zevkli.

Sabah da toprak taşıyan koca bir kamyonun homurdanmasıyla kalkmıştık. Kapımızın önündeki betonu da kırdılar, giriş artık toprak ve ben artık Türkiye'deyim. Bir tek yağmur yağıp da oranın çamur olması kaldı. Fakat burada yağmur pek görülen bir şey değil, eyaletin üçte biri ciddi kuraklıkla mücadele ediyor.

Bahçeye toprak döktüler. Kenarda duran, oynamamaktan pırıl pırıl parlayan misketleri alıp aşağıya zehir oynamaya ineceğim. Ev halkının ben dahil yarısı bu konuda uzman, yani ütülme ihtimali var. Bir de mozaik pasta yaptım mı, hiç bitmese horoz şekerim!

Bugün bizdeki İl Millî Eğitim Müdürlüğü'ne denk gelen kurumdan bir eposta geldi. Okullar dönem sonuna kadar kapalı kalacak. İşyerim ise şimdiki karantina düzenine yazın da devam edeceğini geçen hafta açıklamıştı.

Evvelki gece Cahit Sıtkı'nın şiir kitabını açtım. Şiirlerden bir tanesi diğerlerinden daha fazla etkiledi. Ne güzel yazmış.


SILA

Gün bitti;
Akşam serinliğiyle başlıyor memleketim.
Doğduğum köy göründü;
Sâkin yıldızlariyle gittikçe yakınlaşan sema,
Dört nala kalktı atım sevincinden;
Uçarak gidiyorum sılaya.
Çocukluğumda uçurttuğum uçurtmalar olacak
Bacalara takılan kuş beyaz bulutlar;
Belki de namaz bezidir.
Yüzüne hasret kaldım anacığımın!
Herhalde beni bekleyenler var.

Cahit Sıtkı Tarancı