21.8.20

Kızıl

Burası hakikaten güzel bir yer.

Bir kere iklimi yumuşak. Yılın dörtte üçü bahar, dörtte biri yaz. Hava sıcaklığı düşse düşse en fazla 3 gün sıfırına altına düşüyor.

Etrafımız ormanlarla dolu. Sekoyalar, redwoodlar... Biraz içerlerde neredeyse 650 km uzunluğunda Sierra Nevada sıradağları. İç tarafta Lake Tahoe, kuzeyde şarap bağları, beri tarafta San Francisco. 

Geçen seneden önceki 4 yıl kuraklıkta yaşadık. Doğma büyüme buralı olan birisi eskiden kışın yağmurun bir başladı mı 3 ay durmadığını söylemişti de inanamamıştım. E tabii, o redwoodlar başka türlü nasıl büyür? O yağmurların yarattığı güzelliğin kaymağını yiyoruz. Ama ne zamana kadar?

Duymuşsunuzdur, yangınlar yine başladı. Bir haftadır aşırı sıcaklarla boğuşuyorduk zaten. Havadaki elektrik yıldırım halinde inmeye başladı. O yıldırımlarla da yangınlar başladı ve söndürülemiyor. 3-5 değil, 11.000 yıldırımdan bahsediyorum. 

Bu felaketin yarattığı korkuyu, çaresizliği ama aynı zamanda güzelliği görmek isterseniz Alan Taylor'ın The Atlantic'in bünyesinde hazırladığı fotoğraf albümüne bakabilirsiniz. 


Çarşamba sabahı bizim burada güneş böyle doğdu. Arkasındaki o tatlı mavimsi gökyüzü uzaktaki yangının bize uzanan isi, dumanı. Havada kesif bir koku var. Dışarda çok kalınca boğazım yanıyor. 

Yağmurdan kaçarken doluya, virüsten kaçarken yangına...




20.8.20

Kalk artık sabah oldu, her taraf sesle doldu.


Burada okullar açıldı. 


Hissiyatım

Çalışkan bir öğrenci değildim ben. İlkokuldayken seviyordum ama büyüdükçe okulda geçen saatlerin harcandığına inandım. Nefret etmezdim de, gitmemeyi gitmeye tercih ederdim. Nasıl olursa olsun, okulun açılması hoşuma gitmez. Onun için konuyu başka açıdan ele alacağım.

Bildiğiniz gibi, bizdeki eğitim sisteminin idarî kısmı Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı birimlerin olduğu hiyerarşik bir yapı. Bakanlık altında daire başkanlıkları ve müdürlükler var. Ankara'da büyüyen çocukların pek de yabancı olmadığı makamlardır bunlar. Millî Eğitim Bakanlığı Kızılay'da, Çankaya, Oran, Dikmen, Bahçeli, Balgat dolmuşlarının kalktığı Güvenpark'ın oradadır. Şimdi Ziya Selçuk'un makamı nerededir, bilemiyorum. Neyse, eğitim sistemimizin o idarî kısmına vâkıftım biraz, buradaki sisteme bakışım da mecburen karşılaştırmalı oluyor. Onun için böyle bir giriş yaptım.

Burada okullar School District denilen bir kurumların yetkisi altında. Meselâ bizim birleşik (Unified) okul bölgesinde yirmi kadar ilkokul ile altı ortaokul var. Liseler ise ayrı bir okul bölgesi altında idare ediliyor. Bunların bizdeki ilçe milli eğitime denk geldiğini söylesem yanlış olmaz zannediyorum ki zaten bu zamana kadar burada hep o şekilde yazdım. Bir de bu kurumun başında Superintendent denen birisi var. Türkçesi komiser oluyor. Hatta başkomiser:)

Salgın çıkıp da federal hükümet eyaletlere her koyun kendi bacağından asılsın deyince, yerel yönetimler bir bocaladı. Öyleydi böyleydi derken, yerel sağlık kurumu... bir dakika burada da bir ara verip county'lerden bahsedeceğim. O da bir yerel idari bölge, bizdeki Vilayete benzer ama değil...Üstelik demin söz ettiğim eğitim sistemindeki bölünmeyle coğrafi olarak aynı olmayabiliyor....Galiba.. Gündelik işlerden bahederken, federal bir devletle üniter bir devletin kamu yönetimlerini karşılaştırmak çok zor geliyor, onun için lütfen hatalarım varsa hoşgörün.

Konumuza dönelim. Vaşington'dan beklediklerini bulamayan yerel idare kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldı. İşte o zaman buradaki İl Sağlık Müdürlüğü bizim bölgemizdeki herkes evde kalacak diye karar çıkardı, İl Sağlık Müdürlüğü'nün kararı, diğer devlet kurumlarını da bağladığı için, okullar yıl ortasında kapandı, online eğitime geçtik.

Bütün yaz, bizim Birleşik Okul Bölgesi idare kurulu çalıştı, okulların ne şekilde açılacağını planladı.  Ne olacağı belliydi zaten. Ayda bir gönderilen epostalarda da başında beri online açılmasının yüksek ihtimal olduğu yazılmıştı. Okul açılmadan 10 gün önce mesajlar sıklaşmaya başladı. Önce komiserden, sonra okul müdürlerinden, en sonunda da öğretmenlerden mesajlar yağdı. Her okul bölgesi farklı kararlar alabiliyor, birinin yaptığını öbürü yapmayabiliyor yahut yapamayabiliyor. Çünkü bütçedena ayrılan pay farklı, bölgenin nüfus yapısına göre okullara yapılan bağışlar çeşitlilik gösteriyor, vs. 

Bütçe, bağış, mali konulara girince şunu da yazayım; okullar ailesinin gelir seviyesi düşük olan ve yeterli beslenemeyen çocukları doyurur. Çocuk okula geldiğinde kahvaltısını yapabilir, bedelsiz öğle yemeği yer. Yazın da 18 yaşında küçük bütün çocuklar için belirlenen okullardan haftanın altı günü iki öğünlük yemek dağıtıldı.

Bu fotoğrafı çektiğimde çiçeğin adının Turk's Cap* olduğunu bilmiyordum.

Nihayet geçen hafta Perşembe günü okullar açıldı. Neden Perşembe? Sonra anlatırım. İlk iki gün tanışma, alışma, plan programı anlatma ile geçti. Bu hafta kitaplar dağıtıldı. Ciltli ders kitapları öğretim yılı boyunca ödünç veriliyor, sonra okula iade ediliyor. Fasikül olanlar öğrencide kalıyor. Durumu iyi olmayan aileler için dizüstü bilgisayar, ipad dağıtıldı. İnterneti olmayanlar için hotspot imkânı sağlandı.

O yanda bütün bunların hazırlığı yapılırken bu yanda veliler ne yapacaklarını tartıştılar. İnternet annelerinden gördüğüm kadarıyla Türkiye'ye de dakika sektirmeden ithal edilen 'pod'lar revaçta şimdi. Türkiye'de yeni bir şeymiş gibi pod mod deniyor da, bunun adı özel dersti. Öyle değil mi? Hatta ilkokul öğretmenleri Anadolu lisesi imtihanlarına hazırlık için üçerli dörderli gruplara ders verirdi (milattan öncesinden bahsediyorum elbette). Artık herkes tek başına mı ders alıyor? Ona hâlâ özel ders mi deniyor? 

Aaa bak unutmadan. Amerika'da dershaneler olduğunu duysanız şaşırmazsınız herhalde. Russian School of Math, Silvan en bilinenleri.

Ben hoppidi hoppidi yazıyorum, çünkü tuzum kuru. Burası dünyanın en eşitlikçi ülkesi olduğu için her yerde pod muhabbeti geçerken, aç kalmamak evinden atılmamak için çalışmak zorunda olan bazı anne babalar ise çocuklarını ihmal ettikleri gerekçesiyle dava ediliyorlar. 





Modernite falan diyoruz da ne biçim bir dünya yaratmışız yahu!

Nostalji saati




* Latince adı Malvavicus arboreus var. drummondii. 


9.8.20

İyi de ne yazayım?

Canımdan çok sevdiğim birisi şimdi burada olsa derdi ki, "İyi de ne demek? Cümleye öyle başlanmaz". Olmadığına göre bırak cümleye başlamayı, başlık bile atıyorum. Battı balık yan gider. 

Açtık sayfayı ama kafam bomboş. Lübnan'daki patlamayı değişik açılardan seyrettim. Kaçarı yok.  Eskiden olsa patlama olduğunu öğrenir, sonrasında haberlerde enkaz görüntülerine, ağlayanlara bakıp üzülürdük. Şimdi o anda kaydedilmiş, turuncu alevlerin içinden geliveren infilâkı ve ardından beyaz bulutun bir rüzgâr dairesine dönüşüp önüne kattığı her şeyi ezip geçmesini tekrar tekrar gösteren ham videolarla sadece üzüntüyü değil, o anın korkusunu da yaşıyoruz. 

Lübnan'daki patlama oradaki salınımın yeni zirvesi. Bu salınımda sarkacın ipi kısa ve şiddeti fazla. Savaş üstüne savaş, patlama üstüne patlama. Amerika'da da böyle biri salınım var ama zor hissediyoruz, çünkü top ağır, ipi upuzun. The Atlantic'te okuduğum bir yazıda* (özellikle dördüncü paragraf) daha iyi gördüm. Bu analojiyi devam ettirirsem, yazının devamı da ülkenin bir uçtan öbür uca nasıl savrulduğunu anlatıyor. Her ülke gibi buranın da dengesi ivme değiştiğinde bozuluyor.

...

Dün sabah saat 10 civarında Arizona'daki bir arkadaşımla konuştum. "Kötü değil. Şimdi 37 derece. Ama geçenki gibi 46 derece olmayacakmış bugün," dedi bana. Tabii o Fahrenheit cinsinden söyledi, ben sizin için Celcius'a çevirdim. Buranın havası şurup gibi. Öğleden sonraları biraz bunaltıyor, ama sabah ve akşam serinliği o bunaltıyı unutturuyor. Arkadaşım sabah 5:30'da bile sıcaktan yürüyüşe çıkamadığını söyledi. 

Yarın virüsten korunmak için topyekün eve kapanışımızın 150nci günü olacak. Bu bölgede okullar 13 Ağustos'ta online olarak açılacak ve Ocak başına kadar bu şekilde devam edecek. Bu hesapla evde 301 gün kalacağız. Daha önce 3 ay nemden nefes alamadığım, 40 gün hiç güneş görmediğim, günün 24 saati rüzgâr esen, yılın 8 ayı hava sıcaklığının 30 derecenin üstünde olduğu yerlerde yaşadım. İlerde burayı da eve kapandığım yer olarak hatırlarım. 






* Yazı hakikaten güzel, okumanızı tavsiye ederim. Yazar bu salgını normal olarak kabul ettiğimiz şeylerin yarattığı bir felaket olarak tanımlamış.