15.9.06

Sarı Kurdelem Sarı

Bu arabanın sahibi ya meraklı (wonderer), ya da avare (wanderer).


Plakanın sağındaki balık içinde Darwinden bahsedeyim biraz.

Bildiğiniz gibi balık sembolü hristiyanlıkta epey kullanılan bir sembol. Amerika'da da arabalarda çok gördüğüm bir çıkartması (bumper sticker) var. Bu yüzden bir Filistinli'nin iddiasına göre Tanrı'nın kendisini görevlendirdiğini söyleyen Bush'un balık sembolü içinde adının yazılı olması ve her türlü sosyal içerikli mesajın çıkartmasını arabasına yapıştıran Amerikalılardan Bush'u tutanların da bunu arabalarının arkasına yapıştırıvermeleri normal sayılabilir.

Eh bu arkadaş Darwin'li balık çıkartmasıyla Amerikan toplumunun bu karakteristik özelliğine sadık kalıp kendi sosyal içerikli mesajını da vermiş.

Bizde arabanın arkasına birşey yapıştırmak kamyoncu ve taksicilere özgü ama yine de Sezar'ın hakkı Sezar'a. "Radyomu istiyorum" diyerek araba antenine siyah kurdele bağlayan bir başbakanımız vardı. (Evet, başbakan, hem de kadındı. Şimdi ne garip geliyor)

Kurdeleden bahsetmemin sebebi, uzunca zamandır Amerikan arabalarını işgâl etmiş olan çıkartmalara sözü bağlamak içindi. Bilumum renkte kurdele arabaları "süslüyor" burada. Irak savaşıyla beraber önce sarı kurdeleler ortaya çıktı: "Askerlerimizi Destekleyin (Support our troops)". Bu kurdele şeklindeki çıkartmaların "Tie a Yellow Ribbon" şarkısından esinlenerek yaratıldığı söyleniyor. Savaş iyice politize olunca kurdeleye bir de bayrak eklendi. Bir ara her üç arabanın ikisinde bu çıkartmayı görür olmuştum. Üçüncü arabada da "Support Our Troops, Bring Them Home Now" (Askerlerimizi Destekleyin, Onları Hemen Ev(lerin)e Gönderin" çıkartması yapıştırılmış oluyordu.

Bu sembolün etkisini keşfedenler rengi pembeye çevirerek onu faideli işler için kullanmayı akıl ettiler. Pembe renk, m..e.m..e ("bi kısım" internet kullanıcılarından kaçmak için neler yapıyoruz!) kanserinin direk kadınla ilişkilendirilmesi yüzünden seçilmiş olmalı. Konu kadınla sınırlanınca olunca, tüketicilerin de kadın olacağı varsayılarak ürün çeşitliliği had safhaya çıkarılmış.

Kurdeleden sonra bir de "Car Talk"tan bahsedeyim. Temel ihtiyaçlarını saymaya soda (kola ve diğer renkli gazlı içeceklere soda diyorlar) ve araba ile başlayan Amerikalılar için NPR (National Public Radio) 'da bir program yayınlanıyor. NPR'a yanlış bir benzetmeyle buranın TRT'si diyebiliriz. NPR bünyesinde hazırlanıp yerel kanallarda farklı zamanlarda yayınlanan bu programda iki kardeş arabalar hakkında telesekretere kaydedilmiş her türlü soruya cevap veriyorlar. Gayet ciddi ve geniş bilgi gerektiren sorular olduğu gibi "vitesteki "R" ne demek?" diyenler de olabiliyor. Bu kardeşler her soruya usturuplu cevap verebildikleri için olsa gerek 20 yıldır yayındalar. Üstteki fotoğrafta plâkanın çerçevesinde "Sana gülmüyorum, NPR'da Car Talk'u dinliyorum" yazıyor.

Çakkıdı

Hayırdır dedik, sonra anladık: Aküsü biten minyon Çinli kadın şoförün yardımına dazlak kafalı bir motorsikletli gelmiş. İki arada bir derede kadının telefon numarasını aldı mı bilmem.

6.9.06

$, 'n, sol anahtarı...

Geçen sene seyrettim. Bob Dylan buranın 32. Gün'ü sayılabilecek 60 Minutes'te (benzerlik sadece programın imajında değil; 60 Minutes'te de sahte evrak kullanmayı işinin bir parçası yapan birisi vardı) yayınlanan bir mülâkatında "ben sadece şarkı yazdım, ama millet neye ihtiyacı varsa bana onu yakıştırdı" dedi. Woodstock da böyle birşey sanırım. Orijinali, yani 69'da düzenleneni, bir mit haline gelmiş. Verdikleri röportajlara bakarsanız her müzisyen o ruhu özlüyor. Sahnede çalarken kendilerini dinleyen kalabalığa bakıp iç geçiriyorlar mıdır?

Ehem...

Hiç katılamadığım 'n li faaliyetlerden birisi olan Rock'nCoke geçip gitmiş; biz de buradan benzer bir konseri koyalım sayfaya. Kendi aramızda Red Hot Chili Peppers konseri dedik, ama aslında bir radyo istasyonunun her yıl düzenlediği bir faaliyet. Bu sene White River Amphitheatre'daydı. RHCP kadar Snow Patrol'u da dinlemek istiyorduk ama Londra'daki terör paniği yüzünden uçakları kalkmayınca, diğer grupları da es geçip geç gittik.

Rock müziğin aykırı ruhunun bu konserde esamesi okunmadı.

RHCP konsere başlamadan evvel sanırım 6 grup çıkmış, Wolfmother sonuncusuydu. Bir ara solist düzeni, kapitalizmi, seyircileri ve başka şeyleri eleştiren bir grup küfürü savurdu. Seyirciler pek dinlemiyordu sanırım, normal normal alkışladılar.

Şarkılarını söylerken arkada kanvas üzerine yapılmış resimler birbirinin üstüne açıldı. Günışığı müziğin büyüsünü azaltıyorsa, bu grup akıllılık yapmış demek. Bu büyük resimler dinleyicileri değişik bir havaya soktu.

RHCP sahneye çıktığında -tabii ki- hava kararmıştı. Sahnenin hemen önü "pit" tıka basa doluydu. Dolayısıyla konser boyunca içkiyi fazla kaçıran, fenalaşan ya da tuvalete gitmek isteyen(?) pek çok kişi değişik bir yolla dışarı çıktı. Televizyonda hiç yakından vermiyorlar ama koltuklar çok rahat ve iki sıra arasında dans edecek, zıplayacak epey bir mesafe var.
Arada olimpiyat hakemlerinin masası gibi duran boydan boya uzanan tahta yer, çoook daha fazla para verip locadan seyretmek isteyenlerin. Hem maddi hem de manevi olarak cıs! orası. Merak edenler için diğer 3 oturma grubu (100 kodlu yerler, 200 kodlu yerler ve çimenler) arasında bilet fiyatı 10 dolar farkediyordu.

O boşluklar sonra böyle doluyor...

İçeriye takılabilir lensli fotoğraf makinesi sokmak yasak olduğundan gerekli anlarda bzzzt diye zoom lensini çıkaran mini makineyle idare ettim. Silah, kesici alet, vs. gibi yasak olan şeyler arasında pet su şişesi kapağı da vardı. Nitekim o gün hava sıcaklığı Türkiye'deki "allam bitsin bu sıcaklar!" derecesinde olduğu için yanıma aldığım su şişesi içindeki suyla beraber kapıdan geçebilirken, kapağı çöp tenekesini boyladı.

John Frusciante'yi kararmış havanın değil, çaldıklarının etkisiyle hipnotize olduğumuzdan nefes almadan dinledik. Esaslı müzisyen. Herhalde her konserde yapıyor ki bu konserde bir ara sahnede tek başına kaldı ve Bee Gees'den "How Deep Is Your Love"ı çalıp söyledi. Etrafımdakiler "pöffff, bu da ne yaaa" anlamına gelen birşeyler dediler. Duydum.


Konser alanının etrafı hamburger, bira, kola satanlar ve çeşitli promosyon ürünleri veren radyo istasyonlarının masalarıyla doluydu. Çocuklar ve gençler ortalıkta piyasa yapıp salınırken ya da tıkınıyorken, onlara göz kulak olmaya gelmiş "cool" orta yaşlılar sıkıntıdan ne yapacaklarını bilmez şekilde dönüp duruyorlardı. Bir kavga da gördük. Kimse ayırmadı, oğlanlar iki yuvarlanıp kendi kendilerine ayrıldılar. 30 saniye sonra polis geldiğinde çoktan ters yönlere yürümeye başlamışlardı. Hevesle bekledim ama etraflarında daire olanlardan kimse "Vur! Vur!" diye bağırmadı. Böylece filmlerde gördüğümüz 'okuldaki kavgada yumruklaşanları gaza getiren ve kahkaha atan gençlik' geyiği de güme gitmiş oldu. Bu yemek ve salınma alanı o kadar sıradan ve sıkıcı bir yerdi ki, fotoğrafını çekmeye üşendim.

Eh, bu da böyle bir konserdi. Seyirciler sırf konsere gelmiş olmak için gelmişler gibi bir his uyandı bende... Tam yanımdaki liseli (hem de 'liselim...' tadında bir liseli) kız hariç. O bütün şarkılara kendiden geçerek eşlik etti, yetmiş bin tane fotoğraf/video çekti . Çok ama çok mutluydu.

5.9.06

Kanarya, Kartal, Aslan Derken...

Denden koyuyorum.


Mudonna pembe, dişi bir domuzdur ve Minessota'nın başkenti St. Paul'deki St. Paul Saints beyzbol takımının maskotudur.

2.9.06

Çling çlong

Salvation Army'nin adını ilk defa, arabası dökülen bir arkadaşımın "bozulursa tamir ettirmeyeceğim, Salvation Army'ye söyleyeceğim çeksinler," demesiyle duymuştum. Kim nereden kurtuluyor, merak edenler Wikipedia'nın sayfalarından (maalesef İngilizce) bir fikir edinebilirler.

Yılbaşı tatili döneminde şehir merkezindeki ana caddelerden birinde Salvation Army balonları altında başlarında Santa şapkaları elindeki zilleri çalıp bağış toplayan bir grup gördüm. Genelde Santa'lar tek başlarına dururlar, toplu halde çıngırdak sallayanları ilk defa gördüğüm için fotoğrafını çekeyim dedim.



Grup epey ilgi toplamış derken arada bir de kamuflaj ve bere görünce lensi odakladım.
Epey sonra farkettim ki, askerle ellerinde zil fotoğraf çektiren Seattle'ın belediye başkanı Greg Nickels. Geçerken bir merhaba dedi, gitti.