25.3.20

Sıtkım sıyrıldı

Sabah bir numaranın canı waffle istedi. Sağından solundan (tabii ki koyu yeşil) sebze sarkan dolu tezgâhın bir kıyısında waffle hamuru karıştırmaya yeltenip bütün hamuru (vıccık vıccık) yere döktü. Günün en önemli olayı bu oldu. Elbette bu olayı olduğu gibi bırakmadık. Nefesimizi alırken fısıldayarak söylenmeler, ''bırak! bırak! ben yaparım!''lardan ve dolap içlerine kadar akan hamuru bahane edip her yeri dip kıyı temizlikten sonra neden iyi bir takım olmamız gerektiği*, bir kişinin her şeye yetişmesinin mümkün olmadığı ve birbirimizin eksiklerini tamamlamamız gerektiği konusunda karşılıklı nutuklarımızı attık.

Çalışmaya oturanlara bir ve iki numaralar sıklıkla varlıklarını hatırlattılar. İş yalan oldu. Haftada belki bir tane eposta aldığım şahıstan günde beş tane ''nasılsınız, iyi misiniz, işinizi iyi yapmanız için bu kaynak da var'' mealinde epostalar almaya devam ediyorum. Adamı bloklamama az kaldı.

Mutad yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Bizim buralarda iki tip yürüyen var. Birinci grup Corona'dan bîhabermiş gibi yüzüne baka baka üstüne yürüyor (bu yolların kralı tavrına birazdan değineceğim). İkinci grup 2 metre kuralına uymak için sağa sola kayıyor, ama bunu yapınca seni rencide ettiğini düşünüp içten bir gülümseme ile ''garip zamanlar'', ''ne olacak bu halimiz'' ''ya işte n'aparsın?'' gibi cümleler kurarak geçip gidiyor.

Bir de koşanlar var; onlar ayrı bir cins olarak kategorize edilmeli. Sporumu yaparım, corona beni durduramaz...peki. Hızımı kesemem kalp atışım düşüyor... tamam. Ama niye üstüme doğru koşuyorsun? Kaldırımı paylaşacağız? Haldır haldır geliyorsun da beni böcek gibi ezemeyeceğine göre? Neyse ki bu insanları hiç bilmedikleri görmedikleri Türk usulü sıyrılma taktiği ile madara ediyorum. Yani düz giderken tam yanına geldiğimde birden 75 ilâ 90 derecelik bir dik açıyla yanından sıyrılıyorum. İstisnasız hepsi tökezliyor.

Amerikalı sıyrılmanın ne olduğunu bilmiyor. Önüne biri çıkarsa en horoz olan yolu kapar, diğeri durur bekler. Kazanan horozda yıllardır gözlemlediğim hareket şudur: Çene yukarda, boyun iyice uzar, omuzlar hafif arkaya atılır, göğüs genişletilir. Gözler karşıdan gelene değil, arkasındaki boşluğa bakar. Kişi, varsa yanındakiyle konuşur. Dinleyen değil, konuşan olmak lazımdır, çünkü dinleyen edilgendir, dolayısıyla yol veren olmak kaderidir. Konuşurken nefes ayarı iyi yapılır ve asla cümle bölünmez. Karşıdan gelen bir hiçtir, yoktur öyle biri. Gaz ve toz bulutudur. Yok sayınca üstüne yürümek kolaydır.

Ben de sıyrılıveriyorum.



* Ama bak, Oblivion'daki gibi değil. ''-Are you a good team?'' ''-F.ck you Sally!''




2 yorum:

  1. Amerikalı ve sıyrılma konulu son paragraf içimi acıttı, ne acımasız, ezmeye meyilli bi dünyadayız be, dedim kendi kendime. Çoğu zaman insanlar bana omuz atar, ben de refleks olarak döner, sorry derim, demem gerektiğini düşündüğümden falan değil, refleksten. Bazen de dönüp bakmaz bile çarpan kişi, ben mal gibi hem çarpılmış, hem özür dilemiş olduğumu fark ederim, bi öfke çöker içime. Neyse, çok oturmuş içime, demek ki güzel anlatmışsın:)

    YanıtlaSil
  2. Burada çok acayip bir denge var. Son saniyeye kadar ezecek gibi üstüne gelene papuç bırakmazsan sorry deyip yana çekilebiliyor. Kaybedince nazikler:)Kanadalıların da çarpılınca özür dilediklerini duymuştum, -şehir efsanesi değil. Çarpan da, çarpılan da, karşılıklı özür diliyorlarmış.

    YanıtlaSil