Yazıya bu başlığı koydum, çünkü hiç ortodoks değil.
Decade'in Türkçe'de karşılığı her nedense yok. Miktar için deste var meselâ. Belki de mal (çokluğu) zamandan önemli.
Takip ettiğim bir İngilizce blog hayatını on yıllara bölüp o yıl nerede ne yaptığını yazmış. Hoşuma gitti, ben de deneyeyim dedim. İlgi çekici bulursanız siz de bir deneyin.
Kırk yıl önce
İlkokuldayım. Tek derdim, okuldan sonra dışarda ne kadar oynayabileceğim. Hava kararınca eve giriliyor. O zaman önlük yok, lacivert forma giyiyoruz. Siyah önlük son sınıftayken mecbur kılındı, ailelere bir yıl için masraf olmasın diye bizi muaf tutmuşlardı. O zamanlar kolejler ara sınıfa imtihanla öğrenci alırdı. Arkadaşlarımdan ayrılmamak için test sorularını rastgele işaretledim. Kendi seçimimle okuduğum ilk yıl. İyi bir seçimdi.
Buna benzer, kemersiz bir formaydı.
Otuz yıl önce
Liseden mezun oldum. Yılın ilk yarısı üniversite imtihanı stresi ile boğuştum. Yaz mevsimi bir yeri kazanmanın rehaveti ile mükemmel geçti. Son çeyrek kayıt, ulaşım, yani bir ton bürokrasi, sonra kitaplar, dersler içinde boğulduğum bir yıldı. Yine kendi seçimimle okuduğum bir yıl. Başlar başlamaz seçimimden pişman oldum. Yine de bölümü bitirdim ve ne yalan söyleyeyin, sonrasında yararını gördüğüm oldu. Yine de iyi bir seçim değildi.
Yirmi yıl önce
Hayatımı toptan değiştirdim. Bu değişikliklerden bir tanesini yazayım. Amerika'ya geldim (ve kaldım). Geldiğimin ilk günü kaldığım yerden metroyla şehir merkezine gittim ve metrodan çıkar çıkmaz aşağıdaki fotoğrafı çektim. Son yirmi yılın ilk fotoğrafı. Sonraki günlerde sokaklarda gezerken hiç yabancılık çekmediğimi farkettim. Eh, televizyon çocuğuyuz, o kadar filmi boşuna mı seyrettik? Ayrıca Amerika'da da, bizde ve eski Sovyetlerde olduğu gibi, bütün şehirlerde aynı sokak adları var.
Metrodan sokağa çıkar çıkmaz gördüğüm Amerika
Bu da çektiğim ikinci fotoğraf. Biraz algıda seçicilik var elbette. Clinton'ın ikinci dönemi bitiyor. Seçim yaklaşmış. Sonraki 5 yıl çalıştığım işler hep yerel ve uluslararası siyasetle ilgili oldu.
Soldaki Bush, sağdaki Al Gore.
On yıl önce
Kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yaşıyorum. Abarttım, o kadar değil elbette. Köy değil, kasaba değil sonuçta, bir şehir. McD gibi 3-5 fast food zinciri dışında bir tane lokanta var. Hakkını yemeyeyim, şehrin kütüphanesi tek kelimeyle mükemmel. İşsizim. Medeniyet (lokantalar, kafeler, birden fazla müze, sinema, tiyatro, hatta üniversite kampüsü olan küçük sayılacak bir şehir) 45 dakika uzaklıkta. Kış, koca otobanı trafiğe kapatacak kadar sert geçiyor. Mount Rushmore'a gittim. Siouxların elinden zorla alınmış topraklardaki kutsal sayılan dağa kazınmış heykeli yakından gördüm. Crazy Horse* anıtına da gittim. Crazy Horse Lakota kabilesinden. TRT'de Pazar günleri Kızılderili-kovboy filmlerini seyredenler parmak kaldırsın. O filmlerdeki Cheyenneler, Siouxlar da bu civarın çocukları.
Washington, Jefferson, Rossevelt ve Lincoln
Bir gün atının üstünde kabilesinin topraklarını işaret edecek olan Crazy Horse
Şimdi
Şartları iyi bir işim var. Burayla beraber Amerika'nın dört tarafında da (doğu, kuzey, güney, batı) yaşamış oldum. Pek çok saksı çiçeğim var. Denizin bütün cazibesine rağmen dört mevsimde yaşamayı özlediğim için mümkün olan ilk fırsatta (fırsat = yeni bir iş imkânı) mevsimleri çocukluğumun Ankarasındaki gibi olan (yazları sıcak ve kuru, kışları soğuk ve yağışlı, mümkünse üçer aydan uzun sürmesin) bir yere taşınmayı düşlüyorum. Tabii bu yılı kafamıza kazıyacak COVID'i unutmayalım.
İlk yirmi yıl santim kıpırdamamışken son yirmi yılda yetmişbin kere ev değiştirdim. Bu mimi iki yıl sonra yapsam neler değişmiş olurdu? Geriye bakınca doğumumdan itibaren beş yıllık ve yirmi yıllık dönemler görüyorum. Özellikle beş yıllıklardaki dönemeçler çok belirgin.
Üniversite yıllarındaki bir altı ay hariç evcil hayvanım olmadı. Her evimde bir kılıç çiçeği oldu. Zoolojiye değil botaniğe meyilliyim. :)
Güzel oldu bu. 10 yıl sonra yine denesem mi? Amaaan, geçmişe bak, bak, ne olacak?
Bir Türk büyüğünün dediği gibi "something happened everything is something happened. But anyway, now is in the tabelæ. We have to see the situation.... I don't want to see the back, I want to see the front."
* Kızılderili isimlerini İngilizce okuyunca ne kadar saçma geliyor, değil mi? Halbuki Türkçeleri son derece akla yakın. Meselâ Crazy Horse'u çevirince Çılgın At oluyor, halbuki aslı Çılgın Atlı - His Horse Is Crazy (yani atı çılgınmış, kendisi değil). Kevin Costner'ın meşhur filmi Dances With the Wolves da başka bir örnek: Kurtlarla Koşan. Kızılderililerde de Dede Korkut hikâyelerindeki gibi -ama çoğu zaman sıfat-fiillerle- isimlendirme geleneği var. İsmini karakterin oluşunca bir özelliğin veya önemli bir davranışınla kendin belirliyorsun.